23:15 Çiçek açmak isteyen erikler | |
ÇİÇEK AÇMAK İSTEYEN ERİKLER Ocağın başında yastığı dirseğinin altına almış, seyrek sakallı kişi, yerinden kalktı ve: – Hangi kulağınla duyacaksan duy, iki kulağınla işitmezsen olmaz diyerek başındaki takkesini düzeltti. Ben doğurmadığım müddetçe o kıza yaklaşma. Babasına benzeyen, uzun boylu delikanlı söze karışarak iki büklüm oturan annesine bakıp söylendi: – Baba ben o kızı canımdan çok seviyorum! – Canından fazla göreceksen gör, ama sana iyi gelmiyor. – Anlamadım baba, neden böyle diyorsun? – Bu kızı savunarak boşa zahmet çekme oğlum! Doğru olmaz, doğru olmaz. Genç delikanlı babasının sözünü bölmeye çalışarak elini kaldırdı: – Yeter, benim sözümü bölme. Bu kızla evlenme mevzusunda, yaptığı ne ki? Sana göre doğru kişi değil o kız. – Neden doğru kişi olmasın! Dünyada olmayacak bir şey var mı ne? – Dünyada olmayan bir şey var mı? İşte var ki ben de bu yüzden söylüyorum. Sana uygun değil, bu kız. Genç yiğit böğrüne yumruk yemiş gibi fırlayıp kapıdan çıktı. Akşam vakti bağın kenarındaki erik ve elma ağaçları kırmızı renge boyanıverdi. *** Seher vakti, hava alacakaranlık, dünyanın hali de şaşırtıcı ve sükûnet içindedir. Bahar ayına hazırlanan ağaçların sümbüllenen tomurcuklarından etrafa mis kokular yayılmaya başlar. Necep Bağban, erkenden bağına giderek ağaçları inceledi. Bağın yanın-da hayvanlarını otlatan Gurban Padıman uzaktan bakarken: “Nasıl bir insan bu bağban diyerek hayrette kalır. Ağaçların kuru dallarında ne görüyor ki? Geçen yıldan kalma kuş yuvalarını da sayıyor mu acaba?” Bu sırada daha çiçek açmamış, sürgün veren eriklerin altına gelerek: “Güneşin hafif ışınlarına kanarak tomur-cuklar patlayıvermişler, olacak iş değil bu yaptığınız ha, dedi. Yakında iki üç gün içerisinde Kazakistan’dan ‘Hay anasını …’ diye bir ayaz gelir, ne yaparım, bir günde bütün emeğinizi ziyan eder çiçeklerinizi dökerse. Heey eriğim!” Necep Bağban sırtına attığı eski çekmenini giyindi. “Daha sonra yere düşen çiçeklerin üstünde namaz kılmak zorunda kalırım, Allah korusun…” *** Kerem babasının kendi bildiğini okuması ve bağ bahçe hak-kında konuşarak gününü geçirmesini hiç anlamadı. Onun için ağaç dikildikten sonra kendi halinde sorunsuz büyüyüp geliş-meliydi. Bağla konuşmak neme gerek. Annesi: “Baban hırçın tabiatıyla, herkesin kalbini kırar, bu nedenle bir süre odun olacak ağaçlarla konuşmasa kimle konuşsun.” diye oldukça doğru söylü-yor. Kerem’e kalsa insanlarla konuşup gülüşüp gönlünü ferahlat-mak ve gezmekten başka iyi bir şey yok. Dostun yarenin, kadir kıymet bilen arkadaşların çoksa ona güçlük yoktur. Nereye gitsen karşına tanıdık bildik çıksa her adımda dost yarenle karşılaşsan gönlün hoş olur, dünyan gül gibi olmaz mı? Gönlü ferahın, yolu açık demiştirler. Her defasında bu durumlar üzerine düşündü-ğünde Kerem, Bayram Ağa’yı hatırlar. Bayram Ağa, mahalle düğünlerine gittiğinde herkes onun ağzına bakar ve hayran kalır. Ahali düğünde söylenen şarkıları değil, onun okuduğu şiirleri dinler. Bayram Ağa’nın okuduğu manzumeler, kalabalığı kırıp geçirir. Kerem işte bu adama çok hürmet duyar. Bu saygısının bir sebebi Melike’nin babası olması yüzündendir. *** Güneşin mızrak boyu gökyüzüne dayandığı vakitlerdi. Etrafta büyük bir sakinlik olur. Bike Anne, işi bahane ederek oğlunun peşinden kapıdan başını uzatmasına şaşırıp kaldı: – İyilik mi oğlum, ne oldu telefonunu mu yoksa bir şeyi mi kaldırıyorsun diye sordu. Kerem: – Anne, babam bağımızı sulamış, ağaçların altında hokey oyna, buz tutuvermiş. – Evet, oğlum gece ayaz kuvvetli olmuş. – Babamın bu vakitler bağı sulamasını anlamadım nedir? Bike Anne, içeri giren oğluna şefkatle baktı ve: – Babandır diyerek derinden bir nefes aldı. Erikler bu zamanda çiçek açmamalı diyor, bu zamanlar çiçek açsa önün-de ayaz olurmuş. Hâlihazırdaki havaya aldanarak çiçek açsalar, çiçekleri soğukla karşılaşır ve donar. Kerem ağzını oynatıp başını salladı: – Evet, bu kadar, desene doğru. – Bu sebeple baban bahçeyi sulayıp bağlardakilerin kök ve damarlarını üşütür. Soğuk su köküne vardığında bağlar çiçek açmayı erteler. Kerem bileğindeki saate göz ucuyla bakarak: – Babamın çeşit çeşit oyunları var diye gülümsedi. Tamam, annem, geceye kalmayayım diye tekrar selamlaştı. *** Kanalın işleyişini görmek için başını, kulaklı şapkasıyla piya-de gibi gövdesini oldukça kilolu gösteren eski montunu düzeltip biraz duraksadı. Sonra kanalın kıyısında bent yapan Necep Bağban’a gözü düştü: – Hey, sakallı, nasılsın diye ona sordu. Necep Bağban elindeki kazmayla bent kazdığı yerleri sağlamlaştırdı. – Var ol, Aman Çoban diyerek yüzünü kaldırmadan cevap verdi. Ne yapıyorsun? Davarların kışı sağ salim çıkarabildi mi? – Ah bağban, dokuzum üçe zor yetişti. Necep Bağban kazmasına yapışan çamuru temizlerken: – Oluyor, o da bir hesap, gayret et diyerek sakallı arkadaşına baktı. Aman Çoban: – Sen neler yapıyorsun diyerek sakallı arkadaşına sordu. Bağını bahçesini sağ aman kış şartlarından kurtarabildin mi? Necep Bağban kurumuş ot çöpten bir parça alarak, kazmasının ucunu silip: – Bunun telaşı şimdilerde oluyor dedi. Bağlarım genç kız gibi kolay aldanıyor, azıcık hava yumuşasa kanıyorlar. Aman Çoban kurnazca gülerek: – İlginç sözler söylüyorsun bağban dedi. Sana yine bir şey soracaktım, şu ana bağa haseki ağacı diksen, meyvesi nasıl olur, söyleyiversene! Necep Bağban gözlerini bir yana çevirip derin derin düşündü ve: – Sen bir şeyin peşine düşeceksin, dedi. Aman Çoban davarlarına bakarak: – Ay, ben önceden bir söyleyeyim, ancak bağnaz Bayram lüzumsuzundan erik fidanı alacak diyordu. Bunu söyleyeyim diyerek eğlenmeden davarlarını yılgınlığa doğru sürerek gitti. *** Necep Bağban’ın farklı bir özelliği vardır. Hanımı söylemişti, hırçın tabiatı değişmeden yaşamaya devam ediyor. Yaşlı bağba-nın çocukluk arkadaşı Aman Vekil, “Necep, ikimiz yukarıdakinin keyifsiz bir anında normal bir huy vermeden canı ne istemişse yaptığı ve ortaya bıraktığı işe yaramaz bendesiyiz.” diyerek lak lak gülerdi. Bunu bilen tek tük bir adam bile yok diyesim geliyor. Anla-dığı vakit, geç anlıyor. Bunun bir faydası yok. Belki bu yüzden Necep Bağban, sadece bağlar ve ağaçlarla sohbet edip vaktini geçiriyor. Ancak kimi zaman bağlar da onun eğilip bükülmesine uygun davranıyor gibi. O da onlara ceza veriyor gibi. Bağın yol kıyısında üç kök elma kızıl elvan güllerle bezen-mişti. Kuşluk vakti kazmasını alıp evinden çıkan Necep Bağban elma ağaçlarının yanına gelip durdu. Etrafta traktörün sesi duyuldu. Bağın içindeki kuş ve kumruların cıvıltısı etrafta yankılandı. Gökte sis bulutları sessiz sedasız süzülüyordu. Bunların hepsi baharın âdeti, cümbüşü, tekrarlanan ama her tekrarı farklı orkestrası. Kumlu yoldan gelen sırtı yelekli, boynunda atkılı kişi bir müddet duraksadı. Necep Bağban’ın yaptığı işi izledi. Anlayamadı. Elma bağındaki ak ve kızıl çiçek-leri bir bir yolup aşağı atan Necep bağban şarkı söylüyordu: – Bülbüller konmuş şu dala. Ey dal, ey dal, ay dal… – Selamünaleyküm! Necep Bağban arkasından söylenen selamı karşılamak için döndü ama selam veren adam tekrar: – Bağın çiçeklerini perişan ediyorsunuz, diye ekledi. Harap etmeyin bu zavallı ağacı. Necep Bağban hiçbir söz söylemeden sırtı yelekli, boynunda atkılı bu kibar adamı baştan aşağı inceledi. Sonra ağzındaki baklayı çıkarıp: “Lüzumsuz Bayram var olasın.” diyerek ağzını kıpırdattı. Lüzumsuz Bayram kendine neden baktığını bilmediği Necep Bağban’a ne diyeceğini bilemedi: – Elbette siz daha iyisini bilirsiniz. Ancak ben önceden söyleyeyim canım. Necep Bağban elma ağacını altında duran bir yığın kızıl çiçeklere bakıp: – Lüzumsuz yeğenim, meyveli bağları ilk çiçek açtığı yılda çiçeklerini budayıp atayım dedim. Böyle yaptığında ağaç daha iyi büyüyerek boy alır, uzar; neticede dayanıklı ağaç olur. *** – Baba sen ne dersen de, bana o kızdan başkası lazım değil. Necep Bağban, oğlunun tekrar o sözlerine dönüp kazdığı yeri yine kazarak, çare armaya devam etti. – Oğlum, ben sana önceki defa söyledim, yine tekrarlamam gerekecek. – Yine dünkü söylediğinse, gerekli değil baba. Necep Bağban aniden yerinden kalkıp karşısında duran oğlu-nun yakasından yapıştı: – Hay oğluna… Sana bu kız uygun değil, elli kere söyledim, anlamadın… Bu kız senin kardeşin oluyor, anladın mı, kardeşin oluyor. Kerem bir anda babasının söylediği sözü anlayamadı. Sonra Necep Bağban, ona bakan oğlunun öfkeli bakışlarından kaçarak yüzünü başka tarafa çevirdi. Kerem, sinir ve öfkeyle dişlerini sıkıp göz bebeklerinde yaş meydana geldi. Babası yakasını bıra-kıp gazapla itiverdi. Kerem hiçbir zaman aklına getirmediği bir şeyi ansızın işitince bir müddet kalakaldı. Ardından aceleyle odadan çıkıp gitti. Kerem çıktıktan sonra bir yerde duramadı. O, bu kez babasının yaptığı berbat hileye inandı. Necep Bağban da çirkin yalanı yüzünden bir an bile kendini suçlu görmedi. Sonra uzun ömrü boyunca ruhunun ne kadar eziyet çektiğini kimse bilmedi. Kerem ise öfke ve gazabı dinmediği için evinden yurdundan ayrıldı. Ardından onu gören, hakkında bir bilgi sahibi olan çık-madı. Necep Bağban’ın karısı, son nefesinde bile oğlu için ağlayarak gözleri açık gitti. Cihandan ayrılırken son nazarında oğlunun didarını görmeyi arzuladı. Necep Bağban, kendisinden incinmiş bir halde ölen hanımının son sözlerini hiç unutamadı. “Babası şu kenarda dayanan Kerem Can diye gönlüme doğdu, buraya gelsin, söylesene ona, kaçıp gidecekmiş gibi durmasın.” *** Uzun yıllar geçtikten sonra büyük adam olan Kerem, dönüp sanki başka bir köye geldi. Kerem bu köyü tanımadı. Köylü de onun kim olduğunu bilmiyor gibiydi. Aradan çok yıllar geçmiş. Kerem, eski evini zorla tanıdı. Babası çok yaşlanmıştı, aklı fikri başından çıkmış, bir noktaya bakıp duruyordu. Köye geldiği esnada sınıf arkadaşı Dövranmırat’a rastladı. Kucaklaşıp selam-laştılar; hal hatır sordular. O, olan biten yenilikleri söylemek için acele etmedi. Kerem için en lüzumlu olanları yetiştirdi. Annen zavallı şöyle oldu… Necep Bağban da yakın zamanda gözlerin-den oldu biçare. Kerem sınıf arkadaşının yüzüne bakarken ilk aşkı Melike hakkında sordu. Dövranmırat şaşkınlık içinde gözlerini belertip acı acı gülümsedi: – Melike hakkında ne söylesem ki dedi. Ah, o sen gittikten sonra birçok yiğidin başını döndürüp mecnun etti. Biriyle evlen-di, ayrıldı. Sonra bir iki defa daha evlendi. Olmadı. Şimdilerde köydeki hovardaların arasında “zampara kadın” denilerek alay ediliyor. Güneşin cılız ışıkları baharın ayazına hiç etki etmiyordu. Necep Bağban eski evin güneyinde sessiz sedasız oturuyordu. Körlüğe epey alışmıştı. Öğleden sonra havanın değişmeye baş-ladığını hissediyor. Bağ yönünden gelen çiğle karışık rüzgâr, tomurcuk kokusuna karışarak kaygı veriyor. Boyu bir miktar uzayan Kerem, sırtına çuval alıp babasının yanına geldi. Arayı düzeltmek için bir şey lazım diyerek o ken-dini eleştirdi. Sonra yine bir kez daha Melike hakkında düşündü. Çünkü o, başka yerde ilk aşkını aklına getirmiyordu. Belki bir-likte yaşamak nasibimizde vardır, Melike’den hem de iyi eş olur diyerek Kerem gözlerini yumdu. Necep Bağban oğlunun yanına gelerek hiçbir şey söyleme-mesine şaşırıp. – Oğlum, dedi, eriklerin köküne su vermezsen, o bedbahtlar hemen çiçek açacaklar. Sen bunlara göz kulak ol, oğlum! Sılapberdi Muhamov. Garagaç Köyü, Daşoğuz Şehri 12.11.2018 Terjime eden Ahmet Gökçimen | |
|
Ähli teswirler: 13 | |
| |